Dijital Dünyanın Pentimento’su

The Crown dizisinin üçüncü sezonunun ilk bölümünde, Kraliçe II. Elizabeth’in konuşması sırasında geçen bir sahnede, daha önce Rus ajanı olan bir sanatçıya ithafen söylediği cümleyle ilk kez karşılaştım: Pentimento.

Detaylara geçmeden önce, bu kavramın ne anlama geldiğini açıklamak isterim. Pentimento, resim sanatında oldukça özel bir terim. Sanatçı, başladığı bir tabloyu beğenmediğinde üzerine yeni bir astar atar ve farklı bir figür ya da kompozisyon çizmeye başlar. Ancak zamanla, kullanılan boyanın kimyasal dönüşümü sayesinde altta kalan ilk taslak yeniden görünür hale gelir. İşte bu görünmeyeni görünür kılma hâline Pentimento deniliyor.

Örneğin, Leonardo da Vinci, Pentimento’yu kullanan isimlerden. Vinci’nin eserlerinden olan Virgin of the Rocks tablosunda, X-ray ve infrared gibi görüntüleme teknikleri sayesinde altında yatan ilk kompozisyon gün yüzüne çıktı.

Şimdi devam edebiliriz. The Crown’daki o sahneyi izlerken fark ettim ki, Pentimento yalnızca bir sanat terimi değil, aynı zamanda dijital çağın ruhuna dair güçlü bir metafor. Bugün sosyal medyada, “geride kalmamak” kaygısıyla kendimize sürekli yeni imgeler, roller ve anlatılar inşa ediyoruz. Filtreler, maskeler, dikkat çekici cümleler… Hepsi bizim üzerimize çektiğimiz yeni astarlara dönüşüyor.

sanat kavramı ile dijital çağ arasındaki benzerliği fark ettiğim, “Pentimento” kelimesinin hayatımda yuz sıradan bir cümle, zihninize sızıp yepyeni düşüncelerin kapısını aralayabiliyor. İşte bu da benim için tam olarak öyle bir andı: Bir sanat kavramı ile dijital çağ arasındaki benzerliği fark ettiğim, “Pentimento” kelimesinin hayatımda yeni bir anlam kazandığı an.

Ama tıpkı sanatta olduğu gibi, yaşamda da ilk katman yani öz benlik, zamanla yeniden yüzeye çıkıyor. Bastırılmış duygular, ertelenmiş arzular ve unutulmuş kırılmalar görünür hale geliyor. Bu durum da psikolojik dalgalanmalara, kimlik bunalımlarına ve içsel çatışmalara zemin hazırlıyor. “Ben kimim?” sorusu, ne kadar bastırılmış olursa olsun, bir noktada kendini tekrar ettiriyor.

Dijital dünya, belki de elimizden en çok kendimizle baş başa kalma zamanını aldı. Gençliğimde radyo programlarını dinlerken hayal kurar, zihnimde seslerin bıraktığı boşlukları tamamlar, içsel hikâyeler yazardım. Bugünse elimizden düşürmediğimiz ekranlar, bu sessiz alanları neredeyse tamamen ortadan kalktı. Düşünmek yerine kaydırıyor, hissetmek yerine tüketiyoruz. Oysa yaratıcılık da anlam da veya insanın kendine yolculuğu da çoğunlukla sessiz anlarda filizleniyor. Ve belki de tam bu yüzden, hayatlarımız giderek birer Pentimento‘ya dönüşüyor. Üzerine yeni kimlikler boyadığımız dijital tablolar, zamanla altındaki gerçek resmi (kendimizi) yeniden görünür kılıyor. Susturduğumuzu sandığımız düşünceler, bastırdığımız hayaller bir gün mutlaka yüzeye çıkıyor.

Pentimento bize şunu hatırlatıyor. Ne kadar katman eklersek ekleyelim, eninde sonunda alttaki resim ortaya çıkmaya meyilli. Belki de esas mesele, o ilk resimle barışmak. Çünkü sosyal medya bize sürekli yeni yüzler, yeni roller, yeni hikâyeler sunuyor olabilir; ama insan, sonunda kendi başlangıç noktasına dönmeye eğilimli bir yolda ilerliyor. 

O sahneyi izlerken fark ettim ki Pentimento, günümüz dijital dünyasında inşa edilen yaşamlar, yaşamlarımız ile çok benzer değil mi? Üzerine sürekli yeni astarlar atılan hayatlar çoğalıyor; fakat altta kalan “ilk resim” yani öz benlik, bir noktada yeniden yüzeye çıkmaya başlıyor. İşte tam da bu noktada, bastırılmış duygular, gizlenmiş arzular ve çelişkiler kendini gösteriyor. Sonuç: psikolojik dalgalanmalar, kimlik paradoksları ve “ben kimim?” sorusunu yeniden hatırlatan bir iç hesaplaşmalar. Her gün ekran başında yeni bir kostüm giyiyoruz. Sabah paylaştığımız story ile akşam yazdığımız tweet arasında bile karakter geçişleri yaşıyoruz. Belki de bu çağda hepimiz bir tür dijital tiyatronun oyuncusuyuz. 

Bugün dijital ortamda da benzer bir iz bırakıyoruz. Her silinen tweet, her kaldırılan gönderi bir yerde kayıtlı. Hiçbir şey tamamen silinmiyor. Dijital çağın Pentimento’su sadece içsel değil; sunucularda, bulutlarda, algoritmaların belleğinde de saklı. Görünmez olan, bir gün görünür kılınıyor.

Bu yazının fitilini ateşleyen şey, The Crown dizisinde Kraliçe II. Elizabeth’in konuşmasında geçen o kısa ama etkileyici bölümdü. O an kendimi diziden koparıp, elimdeki her şeyi bir kenara bıraktım ve bu kavram üzerine notlar almaya başladım. Çünkü bazen tek bir cümle, zihinde yıllardır gizlenen soruları açığa çıkarabiliyor.

Böylesi tetiklenmeleri her zaman seviyorum. İnsan, çoğu zaman fikirleri planlı anlarda değil, küçük kıvılcımlarda buluyor. Bir dizinin sahnesi, bir şarkının sözleri ya da sokakta duyduğunuz sıradan bir cümle, zihninize sızıp yepyeni düşüncelerin kapısını aralayabiliyor. İşte bu da benim için tam olarak öyle bir andı: Bir sanat kavramı ile dijital çağ arasındaki benzerliği fark ettiğim, “Pentimento” kelimesinin hayatımda yeni bir anlam kazandığı an.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir