Doomscrolling Sisteminde İnsan: Maruz Kalanlar Kulübü

Bir zamanlar bilgiye ulaşmak bir ayrıcalıktı; şimdi ondan kaçmak bir direniş biçimi.

Dijital çağın görünmez akışında, artık seçen değil, seçtirilen bir türüz. Her kaydırma, bir karar gibi görünse de aslında algoritmaların önceden hesapladığı bir yönlendirme. Bizler, Doomscrolling sisteminin gönülsüz üyeleri; sürekli haberdar olup, bir o kadar da hissizleşen yani maruz kalanlarız.

İnsan, bugün doğasında olmayan bir etkenle karşı karşıya: Dijitalliğin görünmez sarmalı. Teknolojinin hayatın her alanına nüfuz etmesiyle birlikte, kontrolün büyük bir kısmı elimizden alınmış durumda. Artık sadece tüketici değil, aynı zamanda algoritmaların yönlendirdiği birer “maruz kalıcı”yız. Bu durum, inançlarımızdan değerlerimize, yaşam biçimimizden gündelik kararlarımıza kadar pek çok şeyi etkisi altına alıyor.

Sosyalleşme kavramı, tarih boyunca hep fiziksel temas ve ortak alanlarla şekillenmişti: Roma döneminde (MÖ 1. yüzyıl – MS 4. yüzyıl) kamusal hamamlar ve tuvaletler; 17. yüzyıl İngiltere’sinde fikir alışverişinin yapıldığı “Penny University” adı verilen kahvehaneler; Osmanlı dönemindeyse sohbetin, bilginin ve hikâyenin paylaşıldığı kahvehanelerle bu fiziksel temas sağlanmıştı. Çin’de çayevleri, Japonya’da Edo döneminin (1603–1868) hanamachi bölgelerindeki sohbet evleri, Fransa’da ise 18. yüzyılın ünlü kafeleri bu kültürel buluşmanın alanlarıydı ve sosyalleşme insanın varlığında hep fiziksel olarak yer almıştı. Oysa, 2004’lü yıllarda Facebook’un yükselişiyle birlikte “sosyal” kelimesinin anlamı dönüşmeye başladı.

Dijital dünyanın kontrolsüz ve sınırsız etkisiyse yeni bir davranış biçimi yarattı: Felaket kaydırması, yani doomscrolling. Bu kavram, insanların sosyal medya akışlarında ve haber sitelerinde sürekli olarak olumsuz içeriklere maruz kalması, bu olumsuzluklara odaklanarak bir tür psikolojik kapan içine girmesini ifade ediyor. Aslında her bir kaydırma, insan beynindeki tehdit algısını tetikliyor ve dopamin ile kortizol dengesini bozuyor. Yani, doğrudan insanın yapısına, anlayışına, bakış açısına ve yorumlama kapasitesine etki eden bir detaydan bahsediyoruz.

University of Sussex tarafından yapılan bir çalışmada, doomscrolling’e maruz kalan bireylerin %72’sinin stres ve uyku bozukluğu yaşadığı, %61’inin ise “dünya kötüye gidiyor” inancına daha güçlü biçimde kapıldığı tespit edildi. Pew Research Center verileri de dijital platformlarda olumsuz içeriklerle uzun süre vakit geçirmenin anksiyete oranlarını %25’e kadar artırabildiğini ortaya çıkardı.

Üzücü olansa, insan, artık eskiden olduğu gibi bir karar verici değil, giderek daha fazla bir maruz kalıcı hale geldi, hatta insan bunu kendi kendine itiraf edemiyor çünkü maruz kalmalarımızın hepsi, monolog bir tüketim anında gerçekleşiyor. Örneğin, tuvalete girdiğinizde ve bir-iki dakika boyunca X’e baktığınızda, karşınıza çıkan içeriklerin kaç tanesi sizi besliyor veya motive ediyor? ya da Instagram’a girdiğinizde de gördüğünüz hikâyelerin gerçekten kaç tanesi doğal veya gerçek anı tasvir eder şekilde paylaşılıyor?

Üstelik bu maruz kalma, kendi tercihleriyle değil, kontrolü dışında gelişen dijital akışların sonucunda gerçekleşiyor. Artık düşüncelerimiz, ilgi alanlarımız, hatta duygularımız bile görünmez algoritmaların kurguladığı bir düzenin ürünü olmaya başladı. Kontrol edemediğimiz içeriklere sürekli maruz kalmak, karar mekanizmalarımızı yavaşça devre dışı bırakıyor. İnsan, farkında olmadan seçen değil, seçtirilen bir varlığa dönüşüyor. Her kaydırma, her tıklama, kim olduğumuzu yeniden tanımlayan bir dijital eylem.

Doomscrolling, yani felaket kaydırması, yalnızca dijital bir alışkanlık değil; insanın gerçeklik algısını, umut duygusunu ve geleceğe bakışını sessizce aşındıran bir davranış biçimi. Sürekli olumsuz içeriklere maruz kalmak, beynin tehdit algısını canlı tutarken, duygusal dayanıklılığı zayıflatıyor. Bu durum, bireysel kaygıyı kolektif bir umutsuzluğa dönüştürüyor. Dolayısıyla doomscrolling, yalnızca ekran süresini değil, insanın içsel dengesini, toplumsal moralini ve zihinsel özgürlüğünü tüketen kritik bir çağın semptomu.

Araştırmalar, doomscrolling’in yalnızca sıkılmayla değil, kronik stresle bağlantılı olduğunu gösteriyor. Sürekli olumsuz içeriklere maruz kalmak, insanın kontrol duygusunu zayıflatıyor; onu aktif bir karar vericiden, pasif bir maruz kalana dönüştürüyor. Belki de asıl tehdit, artık neye inanacağımıza bile algoritmaların karar vermesi.

Bu etkiden kaçınabilmek zihin sağlığımız ve psikolojimiz için önemli olduğu kadar da kritik. Farkında olmadığımız veya olamadığımız dijital maruziyeti sınırlamak bugün birçok detaydan daha önemli. Bugün, doomscrolling etkisi henüz yolun başında. Ancak bunun bir sonraki versiyonu, yapay zekânın eliyle şekillenecek. Yakın gelecekte artık içerikleri insanlar değil; algoritmalar, sistemler ve makineler üretecek. Ve biz, onların tasarladığı bir bilgi evreninde, yönlendirilmiş gerçekliklere maruz kalacağız.

Bu, insanlığın yeni sınavı olacak: Gerçeği kim belirliyor? Gördüğümüzü kim seçiyor? Duygularımızı kim yönlendiriyor? Tam da bu anda, insanlık yeni bir düzenin ve yeni bir “etkileyici”nin eşiğinde duruyor. Her ne olursa olsun, meseleye romantik değil realist yaklaşmak gerek. Çünkü bu araçlardan tamamen kaçamayız; dijital çağdan çıkış yok. Yapabileceğimiz en değerli şey, nerede duracağımızı bilmek.

Sonunda soru basit ama derin: Siz, karar veren mi olmak istiyorsunuz; yoksa maruz kalan mı?

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir